Elazığ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Kültür

ELAZIĞ-HARPUT KÜLTÜRÜ

Elazığ-Harput hem stratejik hem de doğal kaynakları nedeniyle Paleolotik dönemden beri yerleşmeye sahne olmuştur. Türk hakimiyetine kadar eski kavimler yörede önemli devletler ve uygarlıklar kurmuşlardır. 1085 yılından sonra Türkler Harput ve civarını kale ve askeri şehir konumundan çıkartmaya başlamış, Osmanlı imparatorluğu döneminde ise kültür, sanat ve ticaret merkezi haline getirerek, Harput’un her zerresine Türk damgasını vurmuşlardır.
Dünün kalesiyle, mektep ve medreseleriyle, camileri, hanları hamamları, çarşıları alim ve sanatkarları ile ünlü Harput’u; aynı özeliklerini zaman içerisinde geliştirerek, bugünün üniversitesi, eğitim ve öğretim kurumları, ulaşımı, alim ve sanatkarları; gelişmekte olan ağır sanayii ile bölgenin önemli bir merkezi haline gelmekte olan Elazığ’ını ortaya çıkarmıştır.

Binlerce yıldır insanların üzerinde yaşadığı Harput, Türk sahiplerinin Orta Asya’dan getirdiği öz değerleriyle çok zengin ve anlamlı bir hayat tarzı ortaya koymuştur. Bu sebeple ilimiz kültür unsurları bakımından çok zengin değerlere sahiptir. Örf, adet, gelenek ve görenekleri, törenleri, türkü ve manileri, halk tecrübesini yansıtan halk hekimliği, geleneksel el sanatları ve halk oyunları, mutfağı vb. milli kültürümüz içerisinde kendine has özelikleriyle ölümsüz yerini almıştır.

Harput Ağzı

Tarih kaynakları Türkler’in Anadolu’ya M.Ö. 2000 yılından itibaren gelerek yerleştiklerini kaydetmektedir. M.F. KIRZIOĞLU bazı Oğuz boylarının M.S. 4. ve 5. yüzyıllarda da Anadolu’ya gelerek bu topraklarda hakimiyet kurduklarını, Harput’u da başkent yaptıklarını Dede Korkut Destanlarına dayalı olarak ifade etmektedir. Bu durumda Harput’ta Türk varlığının çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz.

Ancak gerçek ve sürekli anlamda Türk hakimiyeti ve bu bölgede yoğun Türk nüfusu 1071 Malazgirt zaferinden sonra başlar. Sırası ile Çubuk-Türkmen Beyliği (1085-1113) merkezi Harput olmak üzere varlığını sürdürür. Daha sonra Harput Oğuzlar’ın Kayı boyundan gelen Artukoğulları’nın eline geçer. Hükümdar Belek Gazi kısa süre içerisinde Harput’tan Halep’e kadar uzanan topraklar üzerinde büyük bir devlet kurar. 1234 yılına kadar devam eden bu devletin de başkenti Harput’tur. Moğol istilasını takip eden bir dönemden sonra Harput, sırasıyla Dulkadiroğluları’nın ve Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Harput’un Osmanlı yönetimine katılması Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferi dönüşünden sonra gerçekleşir. (1516)

Malazgirt Zaferi’ni takip eden yıllarda Harput ve çevresine çeşitli Türk boyları gelip yerleşmişlerdir. Bu yerleşim Moğol istilası esnasında artmıştır. Tarihi belgelerden anlaşıldığına göre Harput ve çevresine Alpagut, Bayındır, Çepni, Kıbır, Avşar, Kayı, Salur, Arapgirli boyları yerleşmiştir. Ayrıca Anadolu’daki karışıklıklardan etkilenen ve İç Anadolu’da yaşayan bazı Türk boyları da bu bölgeyi yurt edinmişlerdir.

Harput ağzının bu Türk boylarından hangisine ait olduğu veya hangi boyun Harput ağzında daha baskın olduğunu söylemek oldukça güçtür. Ancak zaman içerisinde bu boyların konuştukları Türkçe karışmış, kaynaşmış ve sonuçta Harput ağzı ortaya çıkmıştır.

Türkü, mani, hoyrat, atasözü, masal, halk deyişleri, deyim, ninni gibi sözlü edebiyat ürünleri ile günümüze ulaşan Harput ağzı, hala canlı bir biçimde gerek merkez ve merkeze bağlı köylerde gerekse Ağın, Keban, Maden, Sivrice, Pertek, Çemişgezek, Hozat, Kemaliye, Arapgir yörelerinde çok az farklılıkla kullanılmaktadır. Ancak eğitim ve öğretimin yaygınlaşması, teknik alandaki gelişmeler, modern hayatın gerektirdiği pek çok yeni araç ve gereci ifade eden kelimeler ve kavramların dile yerleşmesi, hayat tarzındaki değişiklikler, duygu ve düşüncelerde meydana gelen farklılıklar dili de etkilemiş ve Harput ağzı konuşmalar, yazılı anlatımlar yavaş yavaş azalmıştır.

Kendilerini rahmetle ve şükranla andığımız İshak SUNGUROĞLU yazdığı Harput Yollarında adlı eseriyle, Fikret MEMİŞOĞLU’nun yazdığı Harput Ahengi, Harput Halk bilgileri eserleri Harput kültürünü ve ağzını günümüze taşımışlardır. Günümüzde de bu alanda çalışmalar sürdürülmektedir. Yard. Doç. Dr. Zülfü GÜLER’in yazmış olduğu “Harput Ağzı” bu alanda titiz bir çalışmanın ürünüdür. Fatih Güngör KISAPARMAK’ın “Dil ve Folklor Açısından Harput Ağzı” Mehmet TOPAL’ın “Elazığca”, Ahmet TUNÇ’un “Konuşan Harput”, Doç. Dr. Ahmet BURAN’ın “makaleler” adlı eserleri de Harput ağzı hakkında kaynak kitaplardır.