Antik çağlardan günümüze uzanan bir tarih ve kültür kenti, tarihi dokusuyla bir açık hava müzesi, günümüz Elazığ şehrinin atası, Müslüman Arapların ve Türklerin fetihlerinde her karışında şehit verilen şehitler beldesi, sinesinde onlarca evliyanın medfun bulunduğu evliyalar diyarı, yüzyıllarca İslam hoşgörüsüyle Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani ve Rum kimliklerini bir arada yaşatmış şehir Harput, diğer adıyla Yukarı Şehir…
Manası "Taş Kale" olan Harput, Şehir merkezinden 6 km kuzeydoğuda ve şehir merkezinden yaklaşık 220 metre daha yüksekte yer alır. Korunaklı ve savunmaya elverişli yalçın kaya blokları üzerinde kurulan ve günümüzden yaklaşık 4.000 yıl öncesine uzanan tarihi bir yerleşim bölgesidir. İlk sakinleri Hurriler ve sonrasında ise Hititlerdir. Hititler, yazılı kaynaklara göre bu bölgeye İşuva diyorlardı. Hititlerden sonra bölge Asur ve Urartu mücadelesine sahne olmuştur. Urartular da bölgeyi Supani olarak adlandırmışlardır.
Urartulardan sonra Medler, İskitler dönemi, ardından Persliler ile Romalılar, sonrasında da Bizanslılar ile Sasaniler arasındaki mücadelelere sahne olmuş ve sık sık el değiştirmiş ve 642 - 934 yıllarında Müslüman Arapların akınlarıyla bölge Arapların idaresine girmiş ve bu dönemde de Araplar ve Bizanslılar arasındaki mücadelelere sahne olan bir sınır bölgesi olmuştur. Araplar Hısn-ı Ziyad, Romalılar Sophene, Bizanslılar bir dönem Ziata Castellum ve sonraki zamanlarda ise bugünkü söyleyişe çok yakın olan Kharpote diye adlandırmışlardı. 934 yılında Bizanslılar tekrar bölgede hakimiyet sağlamıştır. 1085 yılında Sultan Alparslan'ın komutanlarından Emir Çubuk Bey tarafından Bizans generali Philaretos Brachamios'un hakimiyeti altındaki Harput fethedilmiştir. Kısa süreli Çubukoğulları hakimiyetinden sonra 1115 yılında Artuklu emiri Balak (Belek) Gazi'nin Harput'u almasıyla 1234 yılına kadar süren Artuklu dönemi başlamıştır. 1234 yılında Anadolu Selçuklu, 1243 İlhanlılar, 1363 yılında Dulkadiroğulları, 1465 yılında da Akkoyunluların idaresine giren Harput, 1507 yılında Safevi ve Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Zaferi’nin ardından 1516 yılında bölge Osmanlı hakimiyetine geçmiştir.
Geçmişte, müstahkem ve stratejik bir kale kent konumundaki Harput, Türklerin 1085 yılındaki fethiyle şehirleşmeye başlamıştır. Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat’tan Diyarbekir’e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van’a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. Yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumunda idi. Dericilik, demircilik, bakırcılık, kumaş boyacılığı çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518’de 44.000 akçe idi. 17 inci yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Harput’ta 600’den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir. Şemseddin Sami Kamus’ul Alam isimli eserinde 2670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın olduğundan bahseder. Harput, 19. Yüzyılda 17 si Müslüman 5 tanesi de Hristiyan olmak üzere 22 mahalleden oluşuyordu.
Batılı seyyah Vital Cuinet, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput’ta 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks’un yaşadığından bahseder. Kalesi, camileri, türbeleri, tarihi evleri, çeşmeleri, hamamları, diğer tarihi kalıntıları ve piknik alanlarıyla ilimizde yerli ve yabancı turistlerin ve hatta yöre halkının en çok ziyaret ettikleri mekân Harput'tur.
HARPUT KABARTMASI
Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesinde sergilenmekte olan ve Anadolu'da herhangi bir benzeri bulunmayan eşsiz taş eser; 2016 yılı Mayıs ayında, Harput Kalesi’nin 200-250 metre kadar doğusundaki Nevruz Ormanları mevkiinde yapılan teraslama çalışmaları esnasında, toprağın yaklaşık 1 metre altında tesadüfen bulunmuştur. Arkeoloji literatürüne Harput Kabartması olarak geçmiştir.
Harput Kabartması 2.77 x 2.42 metre ebadında, 15-20 santimetre kalınlığında ve yaklaşık 4 ton ağırlığındadır. Yerel kalker taşından, alçak kabartma tekniği uygulanarak betimlenmiş sahnelerde, nehir kıyısındaki bir kale kuşatması ve kuşatma sonrasındaki kaleyi istila sahneleri öykülendirilmiştir. Kabartmada; üç surlu ve çift kapılı kale önünde bulunan tekerlekli kuşatma kulesi, tünel açmak için çalışan lağımcılar, merdivenle surlara tırmanan askerler, savaşçılar vb. çeşitli askeri sınıflar görülmektedir. Zapt edilen kaleden ele geçirilen esirler ile çıplak asker esirlerin huzura kabulü kabartmanın ilginç konuları arasındadır. Kale kapılarının biri üzerinde kanatlı ve kartal pençeli mitolojik tanrıça figürü, elinde çıplak bir çocuk tutar vaziyette betimlenmiştir.
Harput Kabartması stilistik açıdan ağırlıklı olarak Akkad etkisinde yapılmış olmasına rağmen, birçok ikonografik özelliğin ( kanatlı tanrıça ve kralın giydiği püsküllü başlık ) Orta Tunç Çağı'nda görülüyor olması, buluntu konteksti ve ikonografik açıdan Akad- Asur etkilerini taşıması nedeniyle Milattan önce 2. binyıla tarihlenmiştir.
Uzmanlara göre; bu kabartma ve kabartmanın bulunduğu yerdeki mimarlık kalıntıları, Harput'ta M.Ö 2. binyılın başlarında siyasi bir otoritenin var olduğunun işaretidir.
BALAK GAZİ
Halk arasında Balak Gazi diye anılan Belek Gazi’nin tam adı Nûrü’d Devle Belek bin Behram Bin Artuk’tur. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt savaşındaki ünlü komutanlarından Artuk Bey’in torunudur.Doğum tarihi bilinmemektedir.Harput’un girişindeki Balak Gazi Parkı’nın üst tarafında yer alan Balak Gazi heykeli, İslam ve Türk tarihine kahramanlıklarıyla damga vurmuş, büyük komutan Belek Gazi’ye aittir. Belek Gazi heykeli, 1965 yılında bu büyük ve saygıdeğer komutanın aziz hatırasına ithafen, heykeltraş Nurettin Orhan’a yaptırılmıştır. Haçlı ordularıyla yaptığı savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve cesareti nedeniyle yaşadığı dönemde , İslam dünyası için çok önemli bir ünvan olan Nûrü’d Devle (Devletin Nuru) ünvanı verilmiştir.
Harput ve yöresini 1115 yılında Çubukoğulları’ndan alarak Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Harput’un en önemli simgelerinden olup, Belek Gazi adı Harput ile özdeşleşmiştir. 1122 yılında Urfa Kontu Josselin'i, Birecik senyörü Galeran ve 1123'te onu kurtarmaya gelen Kudüs Kralı Baudouin'i ve şövalyelerini esir ederek zincire vurdu ve hepsini Harput kalesinde hapsetti.
Büyük Selçuk Sultanı tarafından "Müslüman Orduları Başkumandanı" tayin edildi. Kendisine "Gazi" unvanı verildi. 1124 yılında Suriye'de, Membiç Kalesi’nin kuşatması esnasında kaleden atılan bir okla şehit düşmüştür. Halep'te bulunan Hz İbrahim Makamı'nın yanına defnedilmiştir.
Büyük tarihçi Prof. Mükremin Halil Yinanç diyor ki:
"Balak bütün ömrünü gaza ve cihad içinde geçirmiş, ülkesinde emsalsiz bir sükun ve asayiş temin etmiş, adalet ve kanunu hakim kılmış, dindar ve mütevazi bir emir idi. Ölümü, Müslümanlık ve Türklük için hakiki bir ziya ve musibet olmuş ve mağlup olmaya başlayan Haçlıların yeniden kalkınmalarına sebebiyet vermiştir. Haçlılar böyle korkunç ve galip bir düşmandan kurtuldukları için çok sevinmişlerdir. Balak, yalnız Suriye tarihinde değil, Anadolu tarihinin seyir ve cereyanı üzerinde de tesir icra etmiştir."
ALACALI CAMİ
Balak Gazi parkı içinde bulunan Alacalı Cami 1203-1204 Nurettin Artuk Şah’ın babası Hızır zamanında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı, küçük bir yapıdır. Duvarlar kesme taş ve ağaç hatıllı moloz taştandır. İki renkli taş mimarisi ilginçtir. Mihraba dik iki geniş kemer, ana mekanı üç nefe bölmektedir. Mihrap, mermer mukarnas frizlidir. Üç bölümlü ahşap tavanın kalem işleri ilginçtir. Geometrik örgü ve yıldız motifleriyle bezeli tavanda al, kara, lacivert renkler kullanılmıştır. Minaresi giriş kapısının üstündedir. Şerefeye dek siyah -beyaz taşlarla dama biçiminde örülmüştür. 1965' li yıllarda müze olarak da kullanılmıştır.
Şemseddin Sâmi'nin Kamüsü'l Âlâm (1889-1898) isimli eserinde;
Harput'ta 90 tane hamam, 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ve 12 adet han bulunduğu yazılıdır.
Söz konusu camilerden bazıları günümüze ulaşmış, bazıları yok olmuş, birkaç caminin de kalıntıları sadece kalmıştır. İshak Sunguroğlu "Harput Yollarında" isimli değerli eserinde, Harput'ta bulunan aşağıda adı yazılı camiler hakkında detaylı bilgi vermiştir.
1. ALACALI CAMİ
2. AĞA CAMİİ
3. AHMED BEY CAMİİ
4. ESADİYE VEYA ARSLANİYE CAMİ
5. KALE CAMİİ
6. KURŞUNLU CAMİ
7. MEYDAN CAMİ
8. SARAHATUN CAMİ
9. ULU CAMİ
10. Mescid olarak Arap Baba Mescidi
(Alaca Mescid)
KURŞUNLU CAMİİ
Osmanlı dönemine ait olan eser, 1738 – 1739 yıllarında Çarsancak Beyi Osman Ağa tarafından yaptırılmıştır. Kubbelerinin kurşunla kaplı olması nedeniyle Kurşunlu Camii ismini almıştır. Cami dikdörtgen plânlıdır. Kare planlı harim kısmının üzeri kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında dört penceresi vardır. Caminin son cemaat mahalli üç kubbelidir. Minaresi kesme taştan yapılmıştır. Caminin abanoz ağacından kündekâri tekniği kullanılarak yapılmış minberi, görülmeye değer eşsiz bir sanat eseridir. Kendine has bir ustalık, hüner ve özel bir işçilik isteyen Kündekâri; küçük ölçüde ahşap geometrik parçaların birbirine geçmesi ile elde edilen, oymalı, çatmalı, tutkalsız ve çivi kullanmaksızın yapılan ahşap işlerinde kullanılan bir bezeme ve yapım tekniğidir.
Türkiye'de ender sayıdaki camide, Kündekâri tekniği kullanılarak yapılmış ahşap minberler vardır ve bunların içinde en eskilerinden biri bu minberdir. Minberin süpürgelik kısmındaki yazıdan, yapım ustasının Kazvin'li İsmail oğlu Ebu Sa'id, hattatının da Sa'd Ali olduğu ve hicri 582 (M. 1186) yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Minber, Harput Ulu Camii'ne ait olup güvenlik nedeniyle sonradan Kurşunlu Camii'ne taşınmıştır. Caminin diğer ilgi çeken bir özelliği, camiyle aynı yaşlarda olan avlusundaki devasa çınar ağacıdır. Bu çınar 1.60 m çapında gövdeye sahiptir. Anıt ağaç olarak tescillenip, koruma altına alınmıştır. Osmanlı camilerinin ortak özelliklerinden olan cami avlularındaki çınar ağaçları; Osmanlı İmparatorluğunu sembolize etmelerinin yanı sıra, çınar ağaçlarının bir paratoner işlevi görmesi, nemi seven kökleri sayesinde cami duvarlarını nemden koruması, yapraklarının havadaki tozları tutması ve zamanla geniş bir alana yayılan dal ve yapraklarının cami cemaati için altında dinlenecekleri bir şemsiye gibi gölgelik oluşturması vb. faydalarına istinaden Osmanlı döneminde, cami avlularının geneline çınar ağaçları dikilmiştir. Osman Bey'in rüyasında çınar ağacını görmesi ve bu rüya sonucunda Şeyh Edebali'nin kızıyla evlenmesi neticesinde, Osmanlı ile bütünleşen ve sembolleşen çınar ağacının ülkemizdeki tek yaygın tür olan "Doğu Çınarı"nın ömrü 600 küsür yıldır. Osmanlı'nın ömrünün de 600 küsür yıl olması ilginç bir tevafuktur.
ARAP BABA MESCİDİ VE TÜRBESİ
Arap Baba Mescidi, kapısında bulunan kitabeye göre; IV. Kılıçarslan'ın oğlu, III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında H. 678 (M.1279-1280) yılında inşa edilmiştir. Mescidin altında bulunan türbede; rivayet ve efsaneler haricinde hakkında bilgi sahibi olmadığımız, cesedi bozulmadan günümüze ulaşan mumyalanmış bir zat medfundur.
Türkiye’deki benzer örneklerine (Amasya mumyaları gibi) istinaden, mezar odasının zir-i zemin (zemin altı) tarzı olması, cesedin mumyalanmış olması ve yapıldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda cesedin İlhanlı dönemi ileri gelen üst düzey görevli bir kişiye ait olma olasılığı yüksektir. Mescid Kitabesinde : “Allâh’ın mescitlerini, ancak Allâh’a ve ahiret gününe inanan, namazlarını kılan, zekâtlarını veren ve Allâh’dan başkasından korkmayan kimseler yapar ve imar ederler, umarım ki, bunlar doğru yolu bulmuş ve hidayete ermiş kimselerdir. Bu metin ve âli bina, Selçuklu Sultanlarından din ve dünyası ma'mur ve âbâdan olan büyük Sultan Kılıç Arslanın oğlu Keyhusrevin zamanında ve onun istek ve emirleriyle, Şabanın torunu ve Arabi Şahın oğlu Sahibül Ataya vel İhsan olan Cenab-ı Hakkın rahmetini rica eden Yusuf tarafından hicretin 678 inci yılında yapılmıştır ” diye yazar.
Arap Baba hakkında halk arasında şu şekilde efsaneler de söylenir. “ Harput ve dolaylarında bîr yıl yağmur yağmamış... Kuraklık yüzünden kıtlık olacak diye halk heyecandaymış... İşte tam bu sırada, Arap Baba türbesine yakın olan evlerde oturan «Selvi» namında ihtiyar bir kadın rüyasında: Arap Babanın başı kesilip bir dereye atılırsa derhal yağmurların yağacağını görmüş. Kadın buna aldırmamış... Fakat her gece evi taşlanmak suretiyle tehdit edilince çarnaçar bunu yapmış ve hakikaten de yağmurlar başlamış... Kırk gün, kırk gece mütemadiyen devam eden yağmurlar, adeta bir tufan halini almış... O sıra yine bu kadın rüyasında Arap Babayı görüyor... « Benim başımı nereye attınsa hemen bana getir, yoksa halin haraptır» diye vâki olan ihtar üzerine ertesi sabah kadın kestiği başı attığı derenin bir kenarında buluyor, türbeye getirerek yerine koyuyor, bunun üzerine yağmurlar da kesiliyor. İşte bu efsane ile kesik başın Arap Babaya ait olduğuna inanılırdı.”
SARAHATUN CAMİİ
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Sara (Sare) Hatun tarafından 1465 yılında mescit olarak yaptırılmıştır. Sarahatun Camii, 1585’de Hacı Mustafa ve Harput Müftüsü olan Hacı Ahmet Efendi tarafından yapılan onarımların ardından bugünkü halini almıştır. Birden fazla sayıda yapının yer aldığı bir külliye olarak inşa edilmesine rağmen, günümüze yalnızca camii gelebilmiş, yapının minaresi ise 1898’de eklenmiştir. Kare bir plana sahip caminin dört kalın sütunu üzerinde kubbe, kenarlarda ise tonoz örtü yer almaktadır. Değerli bir taş işçiliğine sahip minberi ve renkli kesme taş işçiliğinin görüldüğü minaresiyle görülmeye değer olan yapı günümüzde de kullanılmaktadır. Camii'nin bitişiğinde Cemşit Bey Hamamı bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim Han'ın sipahi beylerinden Cemşit Bey tarafından XVI. asrın ilk yarısında yaptırılmıştır.
Soyunma yeri kare plânlı, üzeri kubbe ile örtülü olup, iki kapısı mevcuttur.
Yıkanma yeri Sarahatun Camii’ne dayanır. Dört eyvanlı köşelerde birer kubbeli halvet bulunmaktadır. Restorasyonu yapılan hamam günümüzde kullanılmamaktadır. Günümüze ulaşan hamamlar ve kalıntıları, ait oldukları medeniyetin banyo ve temizlik kültürünü yansıtmaları açısından günümüze ışık tutan çok önemli kültür varlıklarıdır. Ecdadımızın yüzyıllardır sahip olduğu bu banyo ve temizlik kültürüne, Avrupa - Batı medeniyeti 19. yüzyılda ancak ulaşabilmiştir. Evliya Çelebi’nin 17. yüzyıldaki Harput seyahatinde "Kale Hamamı, Cemşid Hamamı bunlar has olan hamamlardır. Yüz yirmi adet hanedan hamamları dahi vardır" diye bahseder.
Ayrıca Şemseddin Sâmi'nin Kamüsü'l Âlâm (1889-1898) isimli eserinde; Harput'ta 90 tane hamam, 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ve 12 adet han bulunduğu yazılıdır.Sarahatun Cami'nin karşısında ise hediyelik eşya satışının yapıldığı El Emeği- Göz Nuru Çarşısı bulunmaktadır.
ŞEFİK GÜL KÜLTÜR EVİ
Ulu Camii’nin 20 m batısında bulunan 175 yıllık bu tarihi konak, Gülsan Şirketler Grubu tarafından satın alınıp onarılarak, 2005 yılında kapılarını ziyaretçilerine açmıştır. "Müze Ev" konseptindeki bu ev, Harput’a kazandırılmış kültürel bir değer, ziyaretçileri için ise görülmeye değer bir eserdir.
Harput'un geleneksel ev mimarisini en güzel biçimde günümüze yansıtan Şefik Gül Kültür Evi; bahçesi, avlusu, çeşmesi, odaları, içindeki otantik ve antika eşyalarıyla insanı geçmişe götürüp tarihi ve nostaljik bir yolculuğa çıkaran ve eski zaman gündelik ev yaşantısını hayalinizde canlandıran bir mekan....
Çarşamba, Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri 08:00-16:00 arası açık olup ziyaretler ücretsizdir.
*** 1800 lü yıllarda Harput ’ ta 22 mahalle bulunmaktaydı. Bu mahalleler :
1. Ağa Mahallesi
2. Âlâca Mescit
3. Ahmed Bey
4. Cami-i Kebir
5. Esadiye
6 .Ebutahir
7. Ehi Musa
8. Hoca Mescidi
9. Hacdar
10. Kara Sofu
11. Kozluca
12. Kale
13. Meydan
14. Müderris
15. Ortak
16 Sarahatun
17. Zahriye
Bu 17 mahalle Müslüman mahalleleridir.
18. Şehroz
19. Çelebi
20. Gürcübey
21. Süryani
22. Sinabut
Bu 5 mahalle de Hristiyan mahalleleridir.
ULU CAMİİ
Camii Kebir, Cami-i Muazzam, Cami-i Azam ve Eğri Minareli Cami olarak da adlandırılan Harput Ulu Cami, mimari özelliklerine göre minare ile çevresi muhtemelen H. 515’te (M.1121) inşaasına başlanmış isede, (M.1156-1157) yılında Artuklu Hükümdarı Fahreddin Karaarslan tarafından yaptırılmıştır.
Cami, 30 m x 50 m büyüklüğünde dikdörtgen planlı olup harim, son cemaat yeri, avlu ve revaklı kısımlardan oluşmaktadır. Kalın duvarları moloz taşlardan; kemerler, revaklar, kubbesi ve minaresi ise tuğladan yapılmıştır. Harim, yani cemaatin namaz kılması için ayrılan yer iki kısımdan oluşmaktadır. Genel planı itibariyle bu Artuklu camisi Anadolu ve İran Selçuklu camilerinin mimari özelliklerini taşımaktadır.
Caminin, abanoz ağacından kündekârî tekniğiyle yapılan nadide özellikteki minberi önce Sarahatun Camii’ne daha sonra da Harput Kurşunlu Camii’ne taşınmıştır. 1899 ve 1905’te tadilatı yapılan cami, 1964-1967 arasında ve 2000’li yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ve tadilat işleri yapılmıştır. İtalya'nın Pisa Kulesi’nden daha eğik olan minaresi ve mihrabının arkasındaki secdeye eğilmiş gibi duran yaşlı dut ağacıyla ilgili değişik efsaneler anlatılmaktadır. Rivayete göre ; Ulu Camii bahçesinde, Ramazan ayının bir Kadir Gecesinde, iki arkadaş otururken, birisi diğerine caminin bahçesinde, mihrabın hemen önünde bulunan dut ağacının eğilip kalktığını, yani secde ettiğini söyler. Diğer arkadaş hayretler içinde:
-”Ben de caminin minaresinin eğilip kalktığını gördüm" der. İki arkadaş bu olayın şokuyla korku içinde oradan uzaklaşırlar ve olayı herkese anlatırlar. Minare ve ağacın sırrı ortaya çıktığı için o günden beri ağaç ve minare secde edercesine eğik dururlar.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde “(Ulu Cami) hepsinden büyük ve güzel camidir eski olup duası kabul olunur yerdir. Sanatlı eski tarzda bir minaresi var” diye bahseder.
Kitabesinde; "Besmeleden sonra, Allah'ın rızasını tahsil ve Allah'a yakınlaşmak kasdiyle bu binayı yaptıran ol bir kişidir ki, büyük Başbuğ ve Emirdir. Alimlerin Efendisi, Cenab-ı Hak tarafından yardım görmüş, kuvvetlenmiş, dünyadaki bütün mücahitlerin muzafferi, Dinin medar-ı iftiharı Müslümanların en güzeli, İmamların zahiri, halkın ve devletin yardımcısı, halk arasında şan şeref sahibi, Ümmetin tacı, mülk sahiplerinin güneşi, Sultanların aziz ve şerifi, İslam askerlerinin şerefi, mücahitlerin yardımcısı, Allah'ı tanımayan ve şirk koşanların katili, şerefi göklerden alıcı, sultanların kılıcı, Emirlerin Efendisi, Çiftçilerin babası sıfatında olan Artuk oğlu Sokmanın oğlu, Davud'un oğlu Karaarslandır. Halifenin de yardımcısıdır. Allah onun saltanatını, tac-ü tahtını ve halkını daim ve baki etsin. Allah'ın laneti, Allah yolundan ve emrinden ayrılanların ve dönenlerin üzerine olsun." yazmaktadır.
HARPUT AMERİKAN KOLEJİ
Elazığ halkı arasında Harput Amerikan Koleji, Amerikalı misyonerlerce Euphrates College, Ermenilerce de Yeprad Golechy (Եփրատգոլէճը) olarak bilinen Fırat Koleji, American Board görevlisi misyoner Dr. Crosby H. Wheller tarafından 1878 sonbaharında Harput'ta Şehroz mahallesinde açılmıştır. American Board veya American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) 1810’da Amerika'nın Boston eyaletinde örgütlenen bir misyonerlik teşkilatıdır. Bu teşkilat Osmanlı topraklarında 1820 den sonra faaliyetlerine başlamışdır. Robert Kolejini (1863) kuran aynı misyonerlik teşkilatıdır. Temel eğitim kurumları(eğitim hizmeti) haricinde, kilise (dini hizmet), yetimhane (sosyal hizmet), hastane (sağlık hizmeti) ve matbaa (basın hizmeti) açarak farklı alanlarda da faaliyetlerini etkin bir şekilde yürüterek halka her alanda nüfuz edebilmişlerdir. Osmanlıda, American Board'un Misyonerlik için en önemli enstrümanı, temel eğitim kurumları olmuştur. Bu teşkilat Harput'ta aynı enstrümanları kullanmışlardır. Kendi raporlarına göre her kademede iyi yetişmiş zeki Hıristiyan liderler yetiştirmek gayesiyle okullar açmışlardır.
Başlangıçta sadece erkek öğrencilere eğitim veren Kolej(1878), daha sonra ayrı bir binada Kız Kolejinin(1881) açılmasıyla, kız öğrencilere de eğitim vermeye başlamıştır. İlk ismi Ermeni Kolejidir fakat Osmanlı hükümetinin isteğiyle Ermeni Koleji ismi 1888’de Fırat Koleji olarak değiştirilmiştir.
Kolej(Erkek Koleji) her ne kadar 1878 yılında açılmış olsa da Kolejin temelleri , Misyonerlerce 1855’de kız ve erkeklerin birlikte ders görebilecekleri bir Protestan okulunun kurulmasıyla başlamıştır ve zamanla; 1859’da erkekler için Ruhban Okulu (Theological School) 1862’de ise Kızlar için Ruhban Okulu (Seminary School) açılmıştır. 1862’deİstanbul’da toplanan Yabancı Misyon Amerikan Heyeti, İstanbul’da eğitilen gençlerin Anadolu içlerine gitmeme isteği içinde olduklarının farkına vararak, misyonerleri zorlamaktansa, Anadolunun iç kesimlerinde de tam teşekküllü kolejler kurarak, buralardan yetişecek yerli Ermeni gençler ile yeni bir kaynak arama yoluna gitmiştir. Bu sebeple 1875 yılında yeni bir koleje ihtiyaç duyuldu. Koleji kurmak için gerekli izni almak ve para temini için Amerika’ya giden Dr. Wheeler kolej için 140.000 Dolardan fazla bir para topladı. Yerli Ermeniler ise 40.000 dolar toplamışlardı. Böylece kolejin açılması için 180.000 dolardan fazla bir para toplanmıştı. Yapılan hazırlıklardan sonra 1878 sonbaharında, Ermeni Koleji açılmıştır. Kolej 1915 yılına kadar yaklaşık 600 öğrenci mezun etmiştir. O dönemde Harput'ta Amerikan konsolosluğu da bulunmaktaydı. Konsolosluk ve misyonerler aracılığı ile birçok ermeni vatandaşımız Amerikaya gönderilmiştir. O dönemlerde Amerikan Kolejinin haricin de Harput'ta bir de Fransız mektebi vardı.
1. Dünya Savaşı sırasında Kolej binaları önce askeri eğitim kampı sonrada askeri hastane olarak kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra da resmi olarak kapatılmıştır. Okul binalarından günümüze kalan yapı yoktur.
HARPUT KALESİ
Kale milattan önce 8. yüzyılda Urartular tarafından inşa edilmiştir. Harput’un günümüze ulaşan en eski tarihi kalıntısıdır. İç kale ve dış surlar (dış kale) olmak üzere iki ayrı bölümden oluşmaktadır. Tarihi Harput şehrini surlarla çevreleyen, kuzeyde Meteris ve batıda Dağ (Dar) kapı olmak üzere iki ayrı kapısı bulunan dış surlardan sadece küçük kalıntı izleri günümüze ulaşmıştır. Taş Kale manasındaki Harput adının kaynağı olan Kale, Harput tarihinde adı geçen bir çok uygarlığın mücadele sahası olmuştur. Bu dönemlerde Ziata Castellum ve Kharpete, Hısn-ı Ziyad adıyla anılan Kale, 1085 yılında Çubuk Bey'in Kaleyi Bizans generallerinden Phileretos'tan almasıyla Çubukoğullarının, 1115 yılında da Artuklu emiri Belek Gazi'nin hükümet merkezi olmuştur. Belek Gazi, Haçlılarla yaptığı savaşta Kudüs Kralı II. Baudouin, Urfa Kontu Jocelin de Courtenay ile Birecik Senyörü Galeran du Puiset'i ve bir çok Haçlı ordusu komutanını ve şövalyelerini esir alarak Harput Kalesi zindanlarına atmıştır.
Harput Kalesi'nin özgün bir yapı olarak günümüze kadar korunabilmesinde, Artuklu döneminde yapılan onarımların katkısı büyüktür. Harput Bölgesi ve Kalesi 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresine alınmıştır. Harput İç Kale'deki kurtarma ve arkeolojik kazılarına 2005 yılında başlanılmış olup halen devam etmektedir. Kurtarma kazıları "Osmanlı Arkeolojisi" kapsamında yürütülmektedir.Bu kazılar sonucunda; mahalle mektebi, Kale Cami ve çevresindeki ticarethaneler, konutlar, atölyeler, tüneller, ve 36 m derinliğinde 100 basamaklı taş merdivenli su sarnıcı gün yüzüne çıkarılmıştır. Kale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Rivayete göre; kalenin yapımı sırasında kuraklıktan dolayı, harcın hazırlanmasında su yerine civarda beslenen koyun ve diğer büyükbaş hayvan sürülerinden günlük sağılan sütler, tahta oyukkanallarla kale inşaatının yapıldığı alana akıtılarak, süte yumurta katılmış ve beyaz kireçle karıştırılarak Horason harcı karılmış ve elde edilen bu özel harç taşların arasına konarak Kale inşa edilmiş. Bu efsaneye istinaden Harput Kalesi, halk arasında “Süt Kalesi” olarak da anılır.
MERYEM ANA KİLİSESİ
Anadolu'nun en eski kiliselerinden biri olan Meryem Ana Kilisesi, Kızıl Kilise, ve Yakubi Kilisesi adlarıyla da anılmaktadır. M.S 179 yıllarında inşa edildiği sanılan binanın, ilk olarak kaledeki putperestler tarafından tapınak olarak kullanıldığı, Süryanilerin daha sonra burayı kiliseye çevirmiş oldukları düşünülüyor. Meryem Ana Kilisesi, günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş en önemli antik kiliselerimizden biridir.Yaklaşık 20m x 8m boyutlarındaki kilise, Harput kalesinin güneydoğu köşesine yakın yüksek bir kayanın üzerinde bulunmaktadır. Kilisenin batı duvarını kalenin kaya kütleleri teşkil ettiğinden kilise kalenin kayalıkları içine gömülmüş gibidir.
Kiliseyle ilgili bir rivayete göre; kaledeki hükümdar bir putperestmiş, kalede bulunan sarayından gizli bir geçitle burada bulunan puthaneye gelip putlara tapıp ibadet edermiş. Başka bir rivayet ise; 1800’lü yıllarda Harput’taki Süryani cemaati, ayin için Kiliseye geldiğinde, içeride bir köpeğin olduğunu görürler. Kapılarının ve pencerelerinin kapalı olduğu halde, köpeğin içeriye nasıl ve nereden girdiğini merak ederler. Kilise kapılarını kapatıp köpeğin nereden çıkacağını izlerler. Takip sonucu, kilisenin içinde bir yeraltı tüneline rastlarlar. Bu tünelin ucunun, Kale içindeki sarayın avlusuna kadar uzandığını hayretle görürler. Kilise yapılan onarımlardan sonra Süryani Kadim Meryem Ana Vakfı'na verilerek ibadete açılmıştır.
Şemseddin Sâmi'nin Kamüsü'l Âlâm (1889-1898) isimli eserinde;
Harput'ta 8 kilise olduğundan bahseder.
İshak Sunguroğlu "Harput Yollarında" adlı eserinde aşağıda isimleri verilen bu kiliseler hakkında detaylıca bilgi vermiştir.
1. Surp Agop Kilisesi
2. İğdeli Kilise
3. Katolik Kilisesi
4. Surp Karabet Kilisesi
5. Protestan Kilisesi
6. Süryani Kilisesi
7. Sinabut Kilisesi
8. Mor Şamun Kilisesi
KÜRSÜBAŞI, OKUMA VE KÜLTÜR EVİ
Kürsübaşı, Okuma ve Kültür Evi 2014 yılında Elazığ İl Özel İdaresi tarafından kadim Harput kültürünün yaşatılabileceği bir mekan olarak yaptırılmıştır.
Elazığ Valiliği İl Özel İdaresi ve Elazığ Kültür ve Turizm Tanıtma Derneği ( ETUDER) arasında yapılan işbirliği protokolü ile Kürsübaşı Okuma ve Kültür Evi olarak işletmesini sürdürmektedir .
ETUDER tarafından binanın içinde Turizm Danışma Ofisi, HADİKA( Harput Dijital Kent Arşivi ) arşiv odası , kadim Harput kültürünün izlerini taşıyan zengin kütüphanesi ve okuma salonları , Kürsübaşı kültürünün icra edilebileceği Kürsübaşı Odası , Mehmet Şerif Çaça klarnet salonu , Yılmaz Kalander'in arşivinden Enver Demirbağ musiki odası, Gül'i Tebriz'i toplantı salonu ile Harput kültürünü yaşatan bir mekan olmuştur.
***1845'te Harput'ta 9 adet medrese bulunmaktaydı ve bu medreselerin isimleri şöyleydi:
1. Hacı İbrahim Paşa
2.Süleyman Paşa
3.Ziyâiye (Kurşunlu)
4.Sarahatun
5.Zahiriye
6.Hacı Ömer Ağa
7.Hacı İshak Paşa
8.Tevfîkiye
9.Hacı Ahmet Ağa
DİĞER YAPILAR
HÜSEYNİK CAMİ
Hüseynik Mahallesi'nin kuzey ucunda bulunan cami, 1634-1635 numaralı parsel üzerinde yer almaktadır. Kaynaklarda avlu üzerinde bulunan kitabeye bakılarak H.1284 M. 1867 yılında inşa edildiği belirtilmektedir. Ancak H.1129 M. 1717 tarihinde camiye vakfedilmiş ve halen kutsal emanetler bölümünde muhafaza edilen el yazması Kur’an-ı Kerim kitapları bulunmaktadır. Bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda caminin inşa tarihinin 1717 tarihinden daha önceye gittiği anlaşılmaktadır.
Kuzey-güney doğrultulu yapılan cami dikdörtgen planlı olan yapı 12.75x22 m dış,12x12.75 m iç ölçülerine sahiptir. Özgün olan beden duvarları taş duvarlı olup son dönemlerde beton sıva ile kaplanmıştır. Caminin doğu duvarından sivri kemer içine alınmış düzgün kesme taştan yapılmış basık kemerli bir kapıdan avluya girilmektedir. Avludan içeri girince sağ tarafta bezemeli sandukaların bulunduğu hazire bölümü yer almaktadır. Yapının ön kısmında yeri sivri kemerli son cemaat yer bulunmaktadır. Buradan basık kemerli bir kapı ile harim kısmına geçilmektedir. Kapı üzerinde kitabe bulunmaktadır. Harim bölümü; mihraba paralel altısı serbest altısı duvara gömülü sütunların taşıdığı sivri kemerler ile 4 sahına ayrılmıştır. Girişteki sahının üzeri kadınlar mahfili olarak kullanılmaktadır. Güney cephede yer alan mermer mihrap yuvarlak niş, yanları silmeli olan dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Mihrabın her iki tarafında sivri kemerli birer niş bulunmaktadır. Alınlık kısmında ise bir kitabe yer almaktadır. Mihrabın hemen sağında sonradan yapıldığı anlaşılan mermer bir minberi mevcuttur. Kesme taştan yapılmış olan minaresi batı cephesinin kuzey ucundadır. Silindirik gövdeye sahiptir. Ayrıca yapının doğu duvarına sivri kemerli bir çeşme yerleştirilmiştir. Caminin farklı noktalarına yerleştirilmiş 4 farklı kitabe bulunmaktadır.
H. 1284 M. 1867 yılına ait bir vesikada saray beyleri olarak bilinen Keşşâfzâde beyleri ve köyün diğer kanaat önderleri tarafında devlet kontrolünde camiye Hilye-i Şerif (Sakal-ı Şerif) ve Kabe örtüsünün bir parçası getirilmiştir. Bu kutsal emanetler hala camide muhafaza edilmiş olup dini gün ve gecelerde halkın ziyaretine açılmaktadır.
Minare Üzerinde Bulunan Kitabenin Okunuşu :
Olur binâsına Rahmî minârenin târîh
Hurûf-ı mucemi beytin hesâb olunca tamâm
Namaz-ı ehl-i salâtı kabul-i Hakk’a delîl
Yapıldı câmi_i vâlâ minâre etti kıyâm H. 1283 M.1866
Güney Cephedeki Niş Üzerinde Bulunan Kitabenin Okunuşu:
Olma ısyânınla nevmid-i şefaât Hamdîyâ
Et nigah mafahari'l kevneyni celbe ihtimâm
Mûy-i anber bûy-i pak lihye-i gül nükhetin
Kıl ziyâret şevkle gel et salât ile selam H.1284
Mihrabın Alınlığında Bulunan Kitabenin Okunuşu
Bu zîbâ câmi ve mihrâp ve minber çün tamam oldu
Mücevher harf olur târîh Rahm-i beyt-i ranada
Muallâ kıblegâahı haktır gel de heman her gün
Huzûr ile namazın kıl bu mihrâb-ı dilârâda H. 1284
Avlu Giriş Kapısı Üzerindeki Kitabenin Okunuşu
El-Camiu bi-lâ kirâin ve’l-mau bi-lâ şirâin
Leanallâhu fi târiki’s salâti H. 1285